Dijital Dünyada Kaybolan Çocukluk
Bugün birçok evde sessiz bir düzen hâkim. Çocuk odasından kahkaha değil, ekran sesi geliyor. Çocuk “uslu”, ev “sakin”… Peki gerçekten her şey yolunda mı? Yoksa çocuklarımız, fark edilmeden ekranların içinde kayıp mı oluyor? Ekranlar artık çocuklar için sadece bir eğlence aracı değil; oyunun, arkadaşlığın ve duygusal boşlukların yerini alan güçlü bir uyaran. Çoğu zaman ebeveynler olarak işlerimizin yoğunluğu, zihinsel ve bedensel yorgunluklarımız, genellikle de güven kaygısıyla çocuklarımızı ekrana emanet ediyoruz. Kısa vadede pratik bir çözüm gibi görünen bu tercih, uzun vadede çocuğun dünyasında derin izler bırakabiliyor. Çocukluk döneminde gerçek yaşam deneyimlerinin yerini sanal uyaranların alması; dikkat, duygu düzenleme ve sosyal beceriler üzerinde ciddi izler bırakabiliyor. Sürekli hızlı ve yoğun uyaranlara maruz kalan çocuk, gerçek hayatın yavaşlığına ve doğallığına tahammül etmekte zorlanıyor. Sıkılmaya tahammül edemeyen, beklemeyi öğrenemeyen ve yüz yüze ilişkilerde zorlanan bir nesil riskiyle karşı karşıyayız. Oysa sıkılmak, çocuğun hayal gücünün ve üretkenliğinin başlangıç noktasıdır. Ekran bu alanı doldurduğunda, çocuk düşünmeye değil tüketmeye alışıyor. Sosyal medya ve dijital içerikler ise çocukların benlik algısını sessizce şekillendiriyor. Beğenilme, onaylanma ve kıyaslanma duyguları; henüz kendini tanımaya çalışan bir çocuk için ağır bir yük haline geliyor. Gerçek oyunlarda öğrenilen paylaşma, kaybetmeyi kabullenme, sınır koyma ve birlikte hareket etme becerileri; sanal dünyada yerini yalnızlığa ve içe kapanmaya bırakabiliyor. Bir diğer kayıp ise gerçek oyun alanları. Sokaklar yok, parklar yetersiz, zaman hep sınırlı. Çocuklar koşarak yorulmayı, düşüp kalkmayı, arkadaşlarıyla tartışıp barışmayı yaşayamadığı için hayat deneyimleri eksik kalıyor. Oysa çocukluk; temiz kıyafetlerle değil kirlenen elbiselerle, delinen pantolon dizleriyle hatırlanan bir yaşam kesiti olduğunda anlamlı olur. Çocukların büyüme sürecinde yaş gurubuna uygun oyunlar, çocuğun ruhunu onarır. İnsan sevdiği işi yapmaktan bıkmayacağı gibi çocuk da oyun oynamaktan bıkmaz. Unutulmamalıdır ki “oynamayan tay at olmaz”. Burada durup kendimize sormamız gereken önemli bir soru var: “Çocuğum ekran başında eğleniyor ve öğreniyor mu, yoksa internetin karanlık dehlizlerinde kayıp mı oluyor?” Çözüm, ekranı tamamen yasaklamak değil. Asıl çözüm, çocuğa ekranın dışında da anlamlı bir hayat sunabilmek. Birlikte geçirilen nitelikli zaman, sınırları net ama sevgiyle çizilmiş teknoloji kullanımı ve çocuğun gerçek oyun ihtiyacını fark eden bir ebeveyn tutumu… Çocuk, ekrana değil ilişkiye, ilgiye ve varlığına değer verildiğini hissetmeye ihtiyaç duyar. Dijital dünya hayatın bir parçası olabilir. Ancak çocukluk, telafisi olmayan bir dönemdir. Bugün çocuğumuzun çocukluğunu koruyamazsak, yarın ona verecek anılarımız da olmayacak. Ve belki de en acı fark ediş şu olacak: Çocuğumuz bedenen yanımızdaydı ama biz onun ruhunu, duygularını, gelecek hayallerini ekrana kaptırdık.