Adalet Söylemi ve Ayrıcalık Gerçeği: Türkiye'nin Bitmeyen İkilemi
Türkiye'de siyasetten gündelik yaşama kadar herkes adalet talep ederken, kişisel çıkarlar söz konusu olduğunda ayrıcalık arayışı toplumsal güveni nasıl sarsıyor? Toplumun adalet ikilemi ve yansımaları üzerine derinlemesine bir analiz.
Türkiye'de kime sorarsanız sorun, adaletin vazgeçilmez bir değer olduğu yanıtını alırsınız. Adalet, sadece bir kavram değil, aynı zamanda toplumsal barışın temel direği ve insan onurunun en temel güvencesidir. Herkesin dilinde olan bu kutsal değer, ne yazık ki uygulamada en çok aşındırdığımız kavramların başında geliyor.
Siyasetçiden vatandaşa, yöneticiden çalışana kadar her kesimden insan, adaletin sağlanmasını en temel beklenti olarak dile getirir. İktidar adil bir yönetim vaat eder, muhalefet ise adalet arayışını en gür sesle haykırır. Ancak bu evrensel talep, günlük hayatta yerini derin bir çelişkiye bırakır.
İşte Türkiye'nin en büyük paradokslarından biri burada ortaya çıkıyor: Başkaları için adil bir sistem talep ederken, kendimiz ve yakın çevremiz için o sistemin kurallarını esnetmekten çekinmiyoruz. Herkes için adalet isterken, kendi menfaatimiz söz konusu olduğunda ayrıcalık peşine düşüyoruz.
Bu durum, bitmek bilmeyen toplumsal gerilimlerin, her gün biraz daha eriyen güven duygusunun ve bir arada yaşama kültürünün zayıflamasının ana nedenini oluşturuyor. Birbirinin başarısını kıskanan, liyakat yerine kayırmacılığı benimseyen bir yapı, ne yazık ki kalıcı bir huzur üretemiyor.
Sonuç olarak, dilimizden düşürmediğimiz adalet çağrısı, sıra bize geldiğinde sessiz bir ayrıcalık talebine dönüşüyor. Söylemde "herkes için adalet" desek de, eylemde fısıldadığımız çoğu zaman şu oluyor: "Adalet sizin olsun, bize küçük bir iltimas yeter."