Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin’in, “Atanamamış kişiler, merdiven altı kurs merkezlerinde eğitim veriyorlar” şeklindeki sözleri, son günlerde kamuoyunda ciddi yankı buldu. Eğitim gibi toplumsal bir meseleyi doğrudan ilgilendiren bu açıklama, bize göre üzerinde düşünülmeyi ve tartışmayı gerektiriyor. Sayın Bakan’a öncelikle şu soruyu sormak gerekiyor: Eğer öğrenciler özel eğitim kurumlarına yöneliyorsa, bunun temel sebebi nedir? Devletin liseye, üniversiteye, devlet memurluğuna girişte uyguladığı sınav sistemi halen devam etmektedir. O halde devlet okullarında verilen eğitim, bu sınavlarda başarı için yeterli görülmüyor diyebilir miyiz? Öğrenci ve velinin gözünde bir “eksik” var da mı, dershaneler bu boşluğu dolduruyor? Dolayısıyla burada sorumluluğu sadece bireylere ya da “atanamamış öğretmenlere” yüklemek, meseleyi yüzeysel okumak olmaz mı? Bir diğer konu, kurs merkezlerinin denetimi. Eğer gerçekten “merdiven altı” dediğimiz ölçüsüz, standart dışı kurumlar varsa, bunların varlığından sorumlu olan yine devlet değil midir? Ruhsatlandırma, denetim, mevzuat… Bunlar Milli Eğitim Bakanlığı’nın görev alanına girmez mi? Denetlemediği ya da göz yumduğu bir yapıyı eleştirmek, kendi sorumluluğunu yok saymak değil midir? Öğretmen meselesine gelince… Atama kontenjanlarını belirleyen yine bakanlığın kendisi. Binlerce öğretmen adayını yıllarca eğitim fakültelerinde yetiştirip, ardından çok sınırlı kontenjanla atama yaparsanız, doğal olarak önemli bir kitle “atanamamış” olmaz mı? Peki bu kişiler başarısız mı? Çoğu, yeterlilik sınavlarını geçmiş, diplomalarını almış, alan bilgisini kazanmış bireyler. Öyle ki, bize göre yüksek kontenjanlı alımlarda atanan öğretmen ile düşük kontenjanlı alımlarda atanamayan arasında nitelik farkı değil, yalnızca “istatistik farkı” vardır. Örneğin, 1500 kontenjan ayrılan bir atama döneminde kontenjana girip atanan kişi başarılı da 200 kontenjan ayrılan bir atama döneminde 201. olmuş bir kişi başarısız mı? Hele ki yıllar boyunca mülakat gibi tartışmalı bir süzgeç işin içine dahil edilir ve normal şartlarda kontenjan içindeyken sadece mülakat puanıyla kontenjan dışından kalmış kişiler dikkate alınırsa, liyakat meselesi daha da bulanık bir hâl almaz mı? Bir başka konu da “ücretli öğretmenlik” olarak bilinen çalışma türü. Yaklaşık sayının 90 bin olduğu tahmin edilen bu çalışma yönteminde yer alan kişiler Sayın Bakan’ın “başarısız” olarak değerlendirdiği atanamamış kişilerdir! Hatta öyle ki, içlerinde eğitim fakültesi mezunu olmayıp bu işi yapanların oranı da hiç az değil. Örneğin, kamu yönetimi bölümünden mezun olmuş biri özel eğitim öğretmenliği yapabilmektedir. Bu durumda Sayın Bakan’a sorumuz şudur: Neden başarısız olarak nitelediğiniz bu kişileri devlet okullarında istihdam ediyorsunuz? Bu meselenin büyüklüğünü dilerseniz sayısal olarak da ifade edelim. Mesela devlet okullarında ortalama sınıf mevcudunu 30 kabul etsek (bazı okullarda çok daha yüksek olduğu bilinmektedir) ve her bir ücretli öğretmen bir farklı sınıfa derse girse, bu durumda 90 000*30 = 2 milyon 700 bin öğrenci Sayın Bakan’ın başarısız olarak değerlendirdiği kişiler tarafından eğitim almaktadır. Bu noktada işin toplumsal vicdanını ilgilendiren bir iddiayı da dile getirmek istiyoruz. O da Sayın Bakan’ın kendi çocuğunu özel okula göndermesi. Elbette her birey kendi çocuğu için en iyi imkânı arar. Ancak kamusal alanda eğitimde fırsat eşitliğini savunurken, şahsi tercihlerde farklı bir yol izlemek doğal olarak çelişki doğurmaz mı? Bir bakana düşen, devlet okullarını öyle güçlü ve güvenilir hâle getirmektir ki, veliler özel okula yönelmeyi düşünmesin. İddia doğruysa, kendisi bile. Sonuç olarak, meselenin özünde şu yatıyor: Özel kurumları suçlayarak ya da “atanamamış öğretmen” etiketini kullanarak sorumluluğu ötelemek, eğitim sistemimizdeki sorunları çözmeyecektir. Sistemdeki yapısal eksikleri, sınav odaklı düzeni, öğretmen istihdam politikalarındaki belirsizlik ve devlet okullarındaki kalite sorunlarını masaya yatırmadan, bu tartışma hep yüzeyde kalacaktır. Bugün ihtiyacımız olan, Sayın Bakan’ın yaptığı gibi suçlu aramak değil; çözüm üreten, sistemi bütüncül şekilde ele alan bir yaklaşım geliştirmek. Mehmet Gürer t24.com.tr