İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener Partisi'nin TBMM Grup Toplantısında Konuştu

İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener, partisinin Türkiye Büyük Millet Meclisi Grup Toplantısında gündeme ilişkin açıklamalarda bulundu. Ekonomideki son durum, koronavirüsle mücadele , Ayasofya tarışmalarına değinen Akşener'in açıklamalarının tamamı bu haberimizde.

İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener Partisi'nin TBMM Grup Toplantısında Konuştu

MERAL AKŞENER ŞUNLARI SÖYLEDİ:


Aziz milletim, değerli milletvekilleri, basınımızın kıymetli mensupları;
Sizleri saygı ve sevgiyle selamlıyorum.
Uzun bir aradan sonra, bizleri tekrar buluşturan Yaradan’a şükürler olsun.
 
Dünyayla birlikte ülkemizi de saran pandemi nedeniyle, 
hayatını kaybeden vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet, 
yakınlarına sabır, hastalarımıza acil şifalar diliyorum.

BU SÜREÇTE BÜYÜK İŞLER BAŞARAN SAĞLIK GÜÇLERİMİZE, GÜVENLİK GÜÇLERİMİZE VE DİĞER TÜM KAHRAMANLARIMIZA TEŞEKKÜR EDİYORUM
 
Bu süreçte olağanüstü bir çaba gösterip, 
salgınla mücadelede çok büyük işler başaran, 
sağlık çalışanlarımıza, güvenlik güçlerimize, 
ve bizler evde kalabilelim, hayat devam edebilsin diye, 
çalışan tüm kahramanlarımıza, 
bir kez daha teşekkür ediyorum.

GENÇLERİMİZE VE YAŞLILARIMIZA TEŞEKKÜR EDİYORUM
 
Yaşlılarımıza teşekkür ediyorum. 
“Of” demeden, 3 aya yakın bir süre evde kapalı bir hayatı büyük bir sabırla sürdürdüler. 
Allah hepinize uzun ve sağlıklı yaşamayı nasip etsin.
 
Ayrıca, gençlerimize teşekkür ediyorum.
Toplum sağlığımızı korumak için, sokakta olacakları çağdayken, 
büyük bir özveriyle, aylardır sokağa çıkmayıp evde kalan gençlerimize…
Tüm bu özverinin mükafatını, 
iktidar tarafından oyuncağa çevrilen YKS takvimi olarak alan gençlerimize…
Kriz ortamında sınava hazırlanmak zorunda bırakılmalarına rağmen; 
büyük bir olgunlukla kurallara uymaya devam eden, pırlanta gibi gençlerimize…
Allah sizlerden razı olsun.

SALGINDA YENİ BİR DÖNEME GİRDİK
 
Aziz milletim;
Salgının başından beri hükümeti defalarca uyardık.
“Aynı gemideyiz dedik.” 
“ortak akıl” dedik. 
Devlet ciddiyetine çağırdık.
Milletimizin sesi olduk, önerilerde bulunduk, yanlış icraatlara eleştiriler getirdik.
 
Kimisi yarım uygulandı, kimisi geç uygulandı, kimisi hiç uygulanmadı.
Sürecin tamamına baktığımızda; 
virüsle savaşta sağlık çalışanlarımız ve vatandaşlarımız büyük bir başarı gösterirken,
Kriz yönetimi, önleyici tedbirler ve ekonomik desteklerden sorumlu olan, siyasi irade sınıfta kaldı.
Ve geldiğimiz noktada, salgında yeni bir döneme girdik…

NORMALLEŞMEYE DÖNÜK ADIMLAR ATILMAYA BALŞLANDI
 
Normalleşmeye dönük adımlar atılmaya başlandı.
Ama bir kez daha gördük ki; 
Sayın Erdoğan ve ekibi, hatalarından bir türlü ders almıyor…
İşte size, ben bilirimci, istişareye kapalı bir yönetim anlayışının, bizi getirdiği durumun son örneği: 
Geçen haftaki “sokağa çıkabilme-çıkamama-tekrar çıkabilme” komedisine hep beraber şahit olduk.
 
Salgın sürecinde, dijital iletişim araçlarıyla bütün dünya bir araya geldi.
Zoom üzerinden toplantılar yapıldı.
Sanatçılar canlı konserler verdi, sevenleriyle bir araya geldi.
Herkes birbiriyle buluştu, ama bir tek, bu ülkenin Cumhurbaşkanı, 
İçişleri ve Sağlık Bakanları ile bir araya gelemedi.
 
Çünkü onlar basın üzerinden anlaşıyorlar.
Biri akşam açıklama yapıyor; 
“Sokağa çıkma yasağına gerek yok” diyor.
Diğeri aynı akşamın gecesinde, hafta sonu sokağa çıkma yasağı ilan ediyor.
Bunu haber alan Sayın Erdoğan da ertesi gün, 
“gönlünün razı olmaması” gerekçesiyle kararı iptal ediyor.
 
Bakın ne diyor Cemil Meriç;
“Dün” tecrübedir, öğren.
“Yarın” tahmindir, planla.
“Bugün” fırsattır, kullan.
 
Arkadaşların yaptığı gibi, fırsata odaklanıp, öğrenmeyi ve planlamayı es geçerseniz; 
krizi yönetemezsiniz.
Nitekim yönetemiyorlar.
Olan da milletimize oluyor.

NORMALE DÖNÜŞ SÜRECİ HASTALIĞA DÖNÜŞ SÜRECİNE DÖNÜŞMESİN
 
Buradan Sayın Erdoğan’ı uyarıyorum:
Normale dönüş süreci, hastalığa dönüş süreci haline gelmesin!
Bilim kurulunun önerilerini harfiyen uygulayın. 
Milletimizin sağlığı yerine, kendi önceliklerinize göre atacağınız aceleci adımlar, 
milletçe gösterdiğimiz büyük çabanın getirdiği kazanımları kaybettirmesin.
 
Değerli milletvekilleri;
Milletimiz bir yandan salgınla, bir yandan da ekonomik zorluklarla uğraşırken, 
iktidar ve küçük ortağı her hafta, yeni bir suni gündem yaratma çabasında…

VATANDAŞIMIZ ZOR DURUMDA NAKİT DESTEĞİ SAĞLAYIN DİYORUZ 


Biz, “Vatandaşlarımız zor durumda nakit desteği sağlayın” diyoruz;
Onlar “Dış güçler operasyon yapıyor.” diyorlar.
 
Biz, 
“Madem dış güçler operasyon yapıyor, o zaman Memleket Masası kurulsun, 
ortak akılla bu zor günlerden çıkalım. 
Dışarıya birlik mesajı verelim.” diyoruz;
Onlar, “darbe” diyorlar.
 
Biz, 
“İşsizlik artıyor, mevcut destekler yetersiz. 
İşletmelere çalışan başına, 10.000 lira faizsiz kredi verin.” diyoruz;
Onlar, “seçim yasası” diyorlar.
 
Biz, “Milletin gündemini konuşalım, insanımızın dertlerine çözüm getirelim.” diyoruz;
Onlar, koltuklarının gündemini kovalamaya devam ediyorlar.

GÜNDEM YARATMAK  İÇİN HER TÜRLÜ HAKSIZLIK, HUKUKSUZLUĞU YAPMAKTAN GERİ DURMUYORLAR
 
Gündem yaratmak için her türlü haksızlığı, hukuksuzluğu yapmaktan da geri durmuyorlar.
Son örneğini bu haftanın başında yaşadık:
Vatan millet sevgisinden, Atatürk sevgisinden, dürüstlüğünden kimsenin şüphe duymayacağı bir gazeteci olan Müyesser Yıldız’ı göz altına aldılar.
İsmail Dükel’i göz altına aldılar.
 
Sebep ne? 
Terör.
Siz terör gerekçesiyle, terörün yanından geçmeyen insanları tutuklarsanız, 
ancak terör örgütlerini sevindirirsiniz.
Ülkemizin terörle olan mücadelesini sulandırır, Türkiye’yi zafiyete sokarsınız.
 
Ülkenin önemli meselelerini, kendi günlük krizlerinizden çıkmak için sulandırıp, 
gündem yapmaktan artık vazgeçin.
Twitter trolü kafasıyla, yargı üzerinden tabela yaparak ülke yönetilmez.
 
Ayasofya konusu da bunun bir diğer örneği.
Biliyorsunuz bu arkadaşlar, 18 yıldır, zaman zaman sıkıştıklarında, 
Ayasofya’yı gündeme getirirler.
Biz sıkıldık, onlar hala sıkılmadı…
 
Önerilerinde samimiler mi merak ettik…
Dün Ayasofya’nın cami olarak ibadete açılmasıyla ilgili bir araştırma önergesi verdik.
Bilin bakalım ne oldu?
Ak Parti ret oyu verdi. 
MHP ve HDP çekimser kaldı.
Ve önergemiz reddedildi…
 
E, insana işte böyle ayna tutarlar.
Bu utanç size bir süre yeter.
Yaşadığınızdan ders alın, daha da milletimizi suni gündemlerinizle meşgul etmeye kalkmayın.
 
Milletimizin maneviyatı oyuncağınız değil, öneriyi getiriyorsanız gerekeni yapacaksınız.
Bu kadar basit.
 
Aziz milletim;
Sayın Erdoğan ve damadının bütün derdi, 
“Aman ekonomi konuşmayalım, aman geçim derdi konuşmayalım.”
Çünkü biliyorlar ki, milletin gerçek gündemi, ekonomi, geçim darlığı, işsizlik…
Ama, verecek cevapları, üretebildikleri çözüm yok.
Çünkü milletimizin derdi artık bu iktidarın gündeminde yok.
Dolayısıyla, artık bu iktidarın bu ülkeye vereceği bir şey yok.
 
Siz, Sayın Erdoğan’a ne istediyse verdiniz;
O sizi yarı yolda bıraktı.
Siz, Sayın Erdoğan’ı bu ülkeye başkan yaptınız;
O sizi değil, eşini dostunu kolladı.
Siz onu seçtiniz;
O sarayı seçti.
 
Şimdi soruyorum size;
Türkiye bu anlayışla yönetildikçe nasıl normale dönebilir?
 
Mesele yalnızca sokağa çıkabiliyor olmak değil, 
Mesele, gidecek iş bulabilmektir.
Mesele yalnızca pazara gidebiliyor olmak değil, 
Mesele, fileyi doldurabilmektir.
Mesele, yalnızca hayatta kalmak değil,
Mesele, refah içinde yaşayabilmektir.
 
Kimse umudunu kaybetmesin.
Bu zor günler, elbette geçecek. 
Türkiye elbette büyük bir ülkedir.
İktidar yarı yolda bıraksa da, 
biz milletçe el ele verip, her zorluğu yeneriz.
 
Ancak, bu sorumsuzlukları, bu iş bilmezliği dile getirmek de bizim görevimiz.
Doğru bir işi alkışlarız.
Bundan çekinecek, gocunacak değiliz. 
 
Bakın;
Mesela, Akdeniz ve Ege’de çiftçimizi vuran afetten sonra, 
“TARSİM çiftçimizi afetlere karşı korumuyor.” dedik, 
“Bunu düzeltin.” dedik.
Biz önerdik, onlar TARSİM’de çiftçimizin lehine adımlar attı.
Kötü mü oldu?
Hayır, biz önerdik, onlar yaptınız, çiftçimiz kazandı.
 
Mesela, “Çanaklı Deresi’ndeki 5’inci HES’i yapmayın.” dedik.
ÇED raporu iade edildi.
Kötü mü oldu?
Hayır, biz söyledik, onlar yaptı, doğa kazandı, Çanakçı kazandı.
 
Ama yanlışları, eksikleri de söylemek zorundayız.
Bizim siyaset anlayışımız bunu gerektirir.
Tarımdan ekonomiye, sağlıktan milli güvenliğe, eğitimden kalkınmaya ve dış politikaya kadar birçok alanda öneriler sunuyoruz 
“Şöyle yaparsanız ülkemiz ve milletimiz için daha iyi olur.” diyoruz. 
Yol gösteriyoruz, yordam gösteriyoruz.
 
Bir kulaktan giriyor, diğerinden çıkıyor…
Akıllarında kala kala, Hazine ve Maliye Bakanı’na “Damat” diye hitap etmem kalıyor.
Meselelere duydukları ilginin derinliği maalesef bu kadar.
 
Ben “Damat Bakan” diyorum diye kızıyorlar ama, 
bakın Damat Bey bizzat kendisi itiraf etmiş: 
Kendisinin en büyük meziyeti damat olmakmış.
 
E, hal böyleyken;
En önemli meziyeti damat olmak olan birini, bakan yapmak sorun olmazken, 
benim damada damat demem neden sorun oluyor ki?
İlyas Salman’ın Çiçek Abbas’ta dediği gibi: 
“Ne diyem, mesela Mahmut mu diyem Damat?”
 
Damat Bakan yine bir paket açıkladı biliyorsunuz.
Ekonomik destek paketi diye açıkladığı tüm paketlerden hep borç para çıkmıştı, 
bakalım bu sefer ne çıkmış?
Sokağa çıkmayın derken, uçak biletlerinde vergi indirimi yapan bu kafa,
“İşsizim, para yok.” diyen vatandaşa, “uygun krediyle ev al.” diyen bu kafa,
bakalım bu sefer ne yapmış.
 
Bütüncül bir plan var mı?
Her zamanki gibi yok.
Kim kollanıyor? 
Müteahhitler. 
Şaşırdık mı? 
Tabii ki şaşırmadık. 
Çünkü Damat Bey’in, salt inşaatla büyüyüp kalkınacağımızı düşünen, bir ekonomi anlayışı var.
 
Peki ne yapılıyor? 
Enflasyonun altında faizlerle, yine inşaat sektörü kurtarılıyor. 
Ne pahasına?
Bu ülkenin milli değeri olan kamu bankalarını, korkunç bir zarara uğratma pahasına…
 
Üreten, istihdam yaratan işletmelere yüzde 9,5, ev alacaklara yüzde 7,7 faiz uygulanıyor.
Sonuç ne oldu? 
Konut fiyatları, bir haftada yüzde 10 arttı. 
Kim kazandı? 
Müteahhitler kazandı. 
Kim zarara uğradı? 
Bu devletin bankaları, yani bizler. 
 
Bakın tekrar belirteyim: 
Bu ülkenin kamu bankaları hepimizindir. 
Bu bankaların ettiği zarar, vatandaşımın ödediği vergiden, hepimizin cebinden çıkıyor. 
Ziraat Bankası’nın birinci görevi, inşaat sektörünü kurtarmak değil, 
çiftçimize yardım etmek, kırsal kalkınmaya destek olmaktır.
 
Olağanüstü dönemler, olağanüstü tedbirler gerektirir.
Bugünün acil eylem planı, bütüncül bir anlayışla iç piyasanın canlandırılması olmalıdır.
Vatandaş geçim derdi çekerken, işini kaybetmişken, 
harcama yapar mı?
Tabiki yapmaz.
Dolayısıyla bir yandan istihdamı koruyacaksınız, diğer yandan tüketimi destekleyeceksiniz.
Bunun başka yolu yok.
 
Damat Bey biraz zaman ayırıp, 
bizim grup toplantılarımızda yaptığımız uyarıları dinleseydi, 
önerdiğimiz çözümleri dikkate alsaydı, 
inanın bugün çok daha iyi bir yerde olurduk. 
 
Bakın geçen senenin ortasından beri neler demişiz?
“Döviz kuru ile faizleri aynı anda düşürmek için, Merkez Bankası rezervlerini kullanmayın. 
Bu rezervler, ileride size lazım olacak.” demişiz. 
Damat Bey dinlememiş. 
Peki ne olmuş? 
Merkez Bankası’nın net rezervleri eksiye düşmüş. 
 
“Döviz kuru ile faizleri aynı anda baskılama hevesiniz yüzünden, 
bütün vatandaşlar Türk Lirası’ndan kaçar, dövize yönelir.” demişiz. 
Damat Bey dinlememiş. 
Peki ne olmuş? 
Bugün mevduatların yarısı dövizde. 
Dolarizasyon dediğimiz problemi azaltmak için, 
polisiye tedbirlerle tasarruf sahipleri vergilendiriliyor.
 
“Bütçe dengesi çok bozuldu; 
Merkez Bankası’nın yedek akçesini, Varlık Fonu’na devredilen şirketleri, 
yani bu ülkenin varlıklarını, har vurup harman savurmayın.” demişiz. 
Peki ne olmuş? 
Salgın sürecine bozuk bir bütçe ile girmişiz.
 
Özetle, biz buradan Damat Bey’i hangi konuda uyardıysak, kendisi tersini yapmış. 
Sonuç ortada…
 
Ama şaşırmıyoruz.
Çünkü Damat Bakan işinde o kadar başarısız ki; 
elbette tüm bunların farkında değil…
Mesela, yüzde 4,5 büyüdük diye böbürlendiği, 
ilk çeyrek büyüme rakamlarındaki yatırımlara bakın. 
Azalmış olduğunu olduğunu göreceksiniz.
  
Mesela kendisi Cuma günü; 
"Borsa İstanbul, tarihinde ilk kez, 13 gün kesintisiz artarak, 
tarihinin en uzun soluklu yükselişini gerçekleştirdi. 
Türkiye ekonomisine ve varlıklarına, geçmişte olduğu gibi bugün de güvenenler kazanıyor.” dedi. 
Borsanın ise kendisine cevabı, ard arda düşmek oldu…
Neden peki? 
İş dünyasına, para piyasalarına güven verecek bir vizyon, bir büyüme hikayesi ortaya koyamıyor da ondan.
 
Nitekim, salgından önce de ekonomide işler iyi gitmiyordu. 
Ekonomi, otomobile benzin almak için bile kredi veren, suni bir büyüme ortamındaydı.
Damat aynı damattı.
Kriz aynı krizdi, salgın krizi daha da derinleştirdi.
Olan biten bu.
Kimse kimseyi kandırmasın. 
 
Yol arkadaşlarım;
Biliyorsunuz; 
Sayın Erdoğan’ın A takımında, en az Damat Bakan kadar başarılı olan, bir başka bakan daha var:
Tarım Bakanı.
 
Salgın süreci, bir kez daha doğru tarım politikalarının ne kadar önemli olduğunu, 
gıdadaki tedarik zincirinin, bir bütün olarak düşünülmesi gerektiğini hepimize gösterdi.
Birçok ülke, salgın nedeniyle içe kapandı. 
Uzun zamandır bu kürsüden dile getirdiğim; 
tarım ürünlerinin ne kadar büyük bir stratejik öneme sahip olduğu gerçeğini, artık herkes anladı.
 
Peki Türkiye ne durumda?
Tarımda kendine yetebilen ülkelerden biriyken, son 18 yılda, her şeyi ithal eden bir ülke haline geldik.
Tarımdaki hasılamız, son 10 yılda, 75 milyar dolardan 45 milyar dolara düştü.
Tarımdaki nüfusumuz, %7’ye düştü, çalışanların yaş ortalaması 51’e çıktı.
 
Geçen dönemde İYİ Parti’nin tarımdaki önerilerine bakın. 
Ne demişiz? 
Tarım sektöründe arz zincirinin bir bütün olarak düşünülüp, 
bu zinciri güçlendirecek teşviklerin tasarlanması gerektiğini söylemişiz. 
Geçen seneden beri, Türkiye’de gıda fiyatlarının, kırsal kalkınmanın, kentleşmenin ve göç politikasının beraber ele alınmasını söylemişiz. 
İşlerin iyiye gitmediğini söylemişiz. 
 
İşte sonuç ortada…
Enflasyon rakamlarına bakın.
En başta gıda fiyatlarının arttığını göreceksiniz. 
Salgından çok önce, 1 milyondan fazla insanımız işsiz kalmış. 
Bunun yarıdan fazlası kırsal alandan…
Ne yerli üreticiyi koruyabilmişler, ne de vatandaşa ucuz gıda sağlayabilmişler.
 
Oysa bize göre tarım, Türkiye’nin en büyük genişleme alanlarından biridir.
Yani, bir koyup beş alacağın, ülkeye istihdam sağlayacak, döviz kazandıracak bir yatırım alanıdır. 
 
Türkiye’nin bütçe açığı sorunu var değil mi?
Yaklaşık 55 milyar dolar.
Düşünün, 75 milyar dolardan 45 milyar dolara düşürmek yerine, 
tarım hasılamızı, 100 milyar dolara çıkartmış olsaydık ne olurdu?…
Bütçe açığımız büyük oranda azalır, daha düşük faizle borçlanabilirdik.
 
Türkiye’nin tarımda küresel bir oyuncu olabilecek potansiyeli var.
Ancak bu vizyonsuz yönetim anlayışıyla, bu potansiyelin henüz çok azını kullanıyoruz.
 
Türkiye, Avrupa’nın en geniş tarım alanına sahip ülkesi.
Oysa tarım ihracatımız sadece 17 milyar dolar. 
Türkiye’nin onda biri bile toprağa sahip olmayan Hollanda, 
100 milyar dolar tarım ihracatı yapıyor. 
Fransa, Almanya, İspanya, İtalya, Belçika, İngiltere ve hatta Polonya bile, 
Türkiye’den daha çok tarım ihracatı yapıyor.
 
Toprak bizde, parayı onlar kazanıyor.
İklim bizde, parayı onlar kazanıyor.
Su bizde, parayı onlar kazanıyor.
 
Tarım Türkiye’nin gözbebeğidir.
O nedenle, iktidara geldiğimizde, 
çok hızlı bir biçimde, tarımdaki yapısal sorunları reformlarla giderip, 
büyük bir kırsal kalkınma hamlesi başlatacağız.
 
Tarımı kâr garantili bir iş kolu haline getireceğiz.
Türkiye’nin tarım envanterini çıkartacak ve uzun vadeli bir plan çerçevesinde tarımı geliştireceğiz.
Üretici kooperatiflerini, artan bir şekilde tedarik zincirine dahil ederek, 
hem küçük çiftçiyi koruyacağız, hem de gıda fiyatlarını ucuzlatacağız. 
Tarıma yatırım yaparak, bölgeler arasındaki gelişmişlik farkını azaltacağız.
Yeni nesil tarım girişimcileriyle, güçlü aile işletmeleri kuracağız.
 
Dünyada tarım dönüşüyor. 
Modern tarımda, genetik bilimi var. 
Modern tarımda, bilişim var. 
Biz tarımı, bütün paydaşlarıyla birlikte ele alacak ve tarımda bir teknolojik dönüşüm seferberliği başlatacağız.
 
İYİ Parti’nin iktidarında kırsal kalkınma, 
Sanayi 4.0 kadar önem verilen ve birbirine entegre bir biçimde ele alınan bir alan olacak. 
Gıda tedarik zincirinin güçlendirilmesinde, tarımda verimliliğin arttırılmasında, 
Sanayi 4.0’ın getirdiği bütün imkanları, 
çiftçimize, kırsalda yaşayan vatandaşımıza kazandıracağız. 
Böylece her karış toprağımızın, en verimli şekilde kullanılmasını sağlayacağız.
 
Tarımda rekabet etmek istiyorsak, 
öncelikle bilim üreten kurumlarımızın rekabet edebilmesi gerekir. 
Bu vizyon doğrultusunda:
Dünya çapında tohum üretim merkezleri kuracağız.
Dünya çapında araştırma merkezlerimiz ve üniversitelerimiz olacak.
 
Hollanda tarımına baktığınızda, arkasında üniversiteleri ve dev araştırma enstitülerini görürsünüz. 
Dünyanın en büyük tarım enstitülerinden biri olan, Wageningen Araştırma Merkezi’nde, 
6500 kişi çalışıyor. 
Henüz Türkiye’de bir tez bile yazılmamış konularda, 12.000 öğrenci eğitim alıyor. 
Biz de kuracağız, biz de yapacağız, biz de başaracağız.
 
Dava arkadaşlarım;
Biz bu topraklar için on binlerce can verdik.
Bunları gerçekleştirmek bizim için, şehitlerimize olan borcumuzdur. 
İşlenmedik bir karış toprak bile bırakmayacağız.
 
Buradan yine tekrarlayayım: 
İzleyeceğimiz bütün bu politikalar sonucunda Türkiye’yi, 
çiftçisinin mağdur edilmediği, bölgeler arası gelir farkının azaldığı, 
vatandaşının gıda güvenliğinin sağlandığı bir ülke haline getireceğiz.
 
Bunları gerçekleştirmek hayal değil.
Yeter ki, milletini düşünen bir iktidar, demokrasi ve hukukun egemen olduğu bir yönetim sistemi olsun.
Ama bunlar Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile olmaz.
 
Geçtiğimiz Pazar, vefatının 8’inci yıldönümünde rahmetle andığımız, 
Abdurrahim Karakoç’un dizelerinde anlattığı gibi:
“Zor kullanır, aka kara dedirir,
Kurbağaya kuş tutturur bu düzen.
Namussuza ballı kaymak yedirir,
Namusluya taş yutturur bu düzen.

Tören yapar yola vaat sererek,
Oyun oynar her kalıba girerek,
Mazlumların kucağına vererek,
Zalimleri avutturur bu düzen.”
 
Sayın Erdoğan; 
Bu düzenle memleketin uçuruma sürüklendiğini anla artık.
Demokrasi olmadan ekonomik kalkınma olmayacağını anla artık.
Hukuk olmadan Türkiye’nin uçmayacağını anla artık.
Milletin sesini duymadan hizmet olmayacağını anla artık.

Ama anlamıyorsun…
Dün akşamki konuşmanda hala çıkmış diyorsun ki; 
“İstiklal harbimiz sonrasında, 
dünyadaki büyük dönüşümleri gerçekleştirmekte yeterince başarılı olamamıştık.”
Bu ne demek Sayın Erdoğan? 
Atatürk’le hesaplaşmaktan kurtul artık…
Atatürk kompleksinden bir sıyrıl, bir rahatla artık.
 
O beğenmediğin Atatürk, 
savaştan çıkmış, yanmış yıkılmış bir Türkiye’de, Cumhuriyeti kurdu.
1929 büyük dünya buhranına rağmen, 
Uçak fabrikası yaptı.
Vagon fabrikası yaptı.
Kağıt fabrikası yaptı.
Sümerbank bez fabrikalarını yaptı. 
Şeker fabrikalarını yaptı. 
İş Bankası’nı kurdu.  
Ve, O beğenmediğin insan, bunların hepsini 15 yılda yaptı…
 
Peki 18 yılda, sen ne yaptın Sayın Erdoğan?
 
Olanı sattın.
Müşteri garantili yol, köprü, havaalanı yaptın.
Ha, bir de duble yol yaptın.
Söyle bakalım, Atatürk’ün yapamadığı neyi yaptın Sayın Erdoğan? 
 
Kendine gel Sayın Erdoğan!
Cin fikirli Saray danışmanlarının güdümünde aldığın kararlar yüzünden, 
sermaye Türkiye’den kaçıyor.
İhtişam hayallerin yüzünden, 
bu ülkede yatırım yapılmıyor.
Damadın ekranlara çıkıp nepotizmin bayrağı gibi sallandığı için, 
insanlar iş bulamıyor.
Devletin bağımsız kurumlarını, il başkanlıklarına çevirdiğin için, 
kimse ülkenin geleceğine güvenmiyor.
 
Memleket Masası çağrımı işte bunun için yapmıştım.
Milletinin sesini duy diye, kaybettiğin siyasi sağduyuya dön diye yapmıştım.
Seninle birlikte bu cefakar milleti de çukura çeken, 
Saray danışmanlarının güdümünden çık diye yapmıştım.
  
Sen ve yancıların uzatılan yardım eline tükürseniz de, ben sizi hakikate çağırmaya devam edeceğim.
 
Çünkü ekonominin güven tazelemesi, yatırım ikliminin oluşması için, 
Türkiye’nin yeni bir umuda ihtiyacı var. 
İnsanımızın geleceğe dair güvene ihtiyacı var.
Gençlerimizin yeniden hayal kurabilmeye ihtiyacı var.
 
Gelin, Memleket Masasında buluşalım. 
Gelin, birlikte bir çıkış yolu bulalım ve bu yola hepimiz imza atalım. 
Milletimiz, biz kavga edelim diye değil, çözüm bulalım diye oy veriyor. 
Bir kez olsun, çekişmeleri bir kenara bırakıp, 
Türkiye için, Türk milleti için birlik olalım.
Önce Türkiye’yi içinde bulunduğumuz krizden çıkartalım, 
sonrasında İyileştirilmiş ve Güçlendirilmiş Parlamenter sisteme geçip, 
insanımıza hak ettiği Türkiye’yi sunalım.  
 
Dava arkadaşlarım;
İyi Parti’nin yükselişi devam ediyor.
Biz insanımızı seviyoruz, insanımızın derdiyle dertleniyoruz.
Ve bu görüldükçe, milletimizin bize olan ilgisi, sevgisi her geçen gün büyüyor.
Biz merdivenden çıkarken, onlar asansörle iniyor.
 
Yolumuz uzun, yolumuz çetin.
Biz çıktıkça, onlar çirkinleşecekler.
Biz makulü savundukça, onlar kabalaşacaklar.
Biz hakikati söyledikçe, onlar iftira atacaklar.
Biz milletimizi dinledikçe, onlar daha çok bağıracaklar.
Ama emin olun ki; milletin sesini susturmayı başaramayacaklar.
 
Biz aldırmayacağız, yılmadan çalışmaya, 
memleketin meselelerine çözüm üretmeye devam edeceğiz.
Ve o kutlu gün geldiğinde, biz kazanacağız!
 
Biz kazanınca, esnaf kazanacak, sanayici kazanacak, çiftçi kazanacak.
Biz kazanınca, işçi kazanacak, öğretmen kazanacak, emekli kazanacak.
Biz kazanınca, kadın kazanacak, çocuk kazanacak.
Biz kazanınca, genç kazanacak, doğa kazanacak.
Biz kazanınca, bu memleketin her bir evladı kazanacak.
Biz kazanınca, Türkiye kazanacak.
 
Bu kutlu yolda, 
hak yolunda, adalet yolunda, demokrasi yolunda,
Allah yar ve yardımcımız olsun.
Allah’a emanet olun.