Lütfü Türkkan'dan Yazılı ve Sözlü Sınav Çıkışı: 'İstediğimizi Alırız' Diyorsunuz

İYİ Parti TBMM Grup Başkanvekili ve Kocaeli Milletvekili Lütfü Türkkan, TBMM Genel Kurulu'nda gförüşmeleri devam eden Ceza Muhakemeleri Kanunu, İcra ve İflas Kanunu, Hâkim ve Savcılar Kanunu, Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri Kanunu ve Bölge Adliye Mahkemeleri Kanunu'nda bazı değişiklikleri içeren teklifle ilgili partisi adına söz aldı.

Lütfü Türkkan'dan Yazılı ve Sözlü Sınav Çıkışı: 'İstediğimizi Alırız' Diyorsunuz

İYİ Parti TBMM Grup Başkanvekili ve Kocaeli Milletvekili Lütfü Türkkan, TBMM Genel Kurulu'nda gförüşmeleri devam eden Ceza Muhakemeleri Kanunu, İcra ve İflas Kanunu, Hâkim ve Savcılar Kanunu, Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri Kanunu ve Bölge Adliye Mahkemeleri Kanunu'nda bazı değişiklikleri içeren teklifle ilgili partisi adına söz aldı.

Burada hakim ve savcı alım sınavlarıyla ilgili düzenlemelere dikkat çeken Türkkan, 70 baraj puan uygulamasının geri getirilmesiyle birlikte, mülakatların öneminin artacağını, istenilen kişinin alınıp, istenilen kişinin elenebileceğini söyledi.

Türkkan, "Geçen yıl hem de sarayda kurayla atanan 1.236 hâkim ve savcıdan 113'ünün bir şekilde Adalet ve Kalkınma Partisiyle bağı çıktı. Olaya bakar mısınız? Bir hâkim ve savcıdan ya ilçe başkanı ya il başkanı ya kadın kollarında ya gençlik kollarında ya milletvekili adayı, yani yolu bir şekilde Adalet ve Kalkınma Partisinin içinden geçmiş. Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan geçmiş dönemde Adalet Bakanlığı yapan Sayın Mehmet Moğultay'ı seçim meydanlarında "Yargıda kadrolaştı." diye eleştirmişti ve doğru bir eleştiriydi bence ama kadere bakın ki her eleştirdiğinizi de siz yapar oldunuz. Aynı ambargo döneminde oluşan yağ, tüp kuyrukları üzerinden siyaset üretip milletimizi domates, biber kuyruğuna mecbur ettiğiniz gibi.getirdiğiniz düzenlemede hâkim ve savcı seçimi yapılırken sınav ve 70 baraj puanı uygulaması geri geliyor tekrar. Bu olumlu bir hadise. Fakat her işte yaptığınız gibi yine bir açık kapı bırakıyorsunuz. Bu açık kapının ismi de "mülakat"; yüzde 60 yazılı sınav, yüzde 40 mülakat getiriyorsunuz. Yani, "Biz istediğimize sınavı kazandırırız, istediğimizi eleriz." mantığıyla hareket ediyorsunuz. Yüzde 40 mülakatın olduğu bir elemede adil bir sınav sisteminden bahsetmek mümkün değildir." şeklinde konuştu.

TÜRKKAN'IN KONUŞMASININ TAMAMI:

12 maddelik bu kanun Ceza Muhakemeleri Kanunu, İcra ve İflas Kanunu, Hâkim ve Savcılar Kanunu, Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri Kanunu ve Bölge Adliye Mahkemeleri Kanunu'nda bazı değişiklikler getiriyor. Getiriyor getirmesine de adalet sistemimizle ilgili bir kanun görüşülürken öncelikle şu 2 soruyu kendimize sormamız gerekiyor: Birincisi, Türkiye'de hukuk tam anlamıyla uygulanıyor mu? Merak ediyorum yani bunu cevaplayacak arkadaşımız var mı AK PARTİ sıralarında?

Örneğin, yerel seçimler sırasında, şu anda adaylar sahada çalışıyorlar. Geçtiğimiz günlerde Afyon'da AK PARTİ mitingi vardı. Afyon Belediyesi İYİ PARTİ'nin adayı Mahmut Koçak'ın bütün duvar afişlerinin üzerini bir bezle kapattı, tamamını. Yani arkadaşlar, bu ne, biliyor musunuz? Totaliter rejim dediğimiz aslında budur. Kendinden olmayan kimseye hayat hakkı tanımaz totaliter ve diktatör rejimler. Evrilip savrulduğumuz nokta bu maalesef, üzülerek beyan ediyorum.

İkincisi, yargı bağımsız mı? Adalet Bakanının Hâkimler ve Savcılar Kurulunun Başkanı olduğu, kurul kararlarının yargı denetimi dışında tutulduğu, kurul kararlarına karşı etkili bir itiraz yönteminin bulunmadığı bir ortamda hangi yargı bağımsızlığından bahsedebiliriz? Türkiye'de artık yargı sisteminin çokça tartışılır hâle geldiği, hukuka güvenin iyice azaldığı, hatta hiç kalmadığı bir dönemdeyiz arkadaşlar; bunu ne yazık ki üzülerek söylüyorum. Barolar birliğinin yaptığı açıklamaya göre ülkemizde yargıya olan güven yüzde 20'lere düşmüş. Yani insanlarımız her 10 yargı kararından sadece 2'sinin adil olduğunu düşünüyor. Bunları sadece biz değil hukukçular, her gün duruşmadan duruşmaya giren avukatlar da söylüyorlar. Hukuk sisteminin her daim delindiği ve göz ardı edildiği bir ortamda hukukçu olmak gerçekten çok zor. Çünkü, hukuk fakültelerinde öğrendiklerimizin gerçek hayatta karşılık bulmadığı ve açık açık yasaların çiğnendiği bir ortamda mücadele ettiğinizi görüyorsunuz.

Hukuk sisteminin aslında en önemli sorunu bu, hukuku tanımamak. Türkiye'nin de en önemli sorunu, bilerek ve isteyerek hukuku tanımamak. Bunun en yakın örneğini Andımız meselesinde yaşadık. Danıştay'ın Andımız'ın okullarda okutulmasıyla ilgili verdiği karar ısrarla uygulanmıyor hâlâ. Hatta AK PARTİ'de siyaset yapan arkadaşlar, bunun uygulanmayacağını da her fırsatta dile getiriyorlar. İşte hukukun tanınmadığına dair en önemli örnek bu.

Değerli arkadaşlar, İsviçre'nin Bern şehrinde bir heykel var, bu heykelin adı Adalet Heykeli. Bir elinde kılıç var, diğerinde adalet terazisi tutan bu Adalet Heykeli'nin ayaklarını bastığı kaidede 4 tane büst yer alıyor. Bu büstlerden 1 tanesi, Osmanlı İmparatorluğunun kırk yıl padişahlığını yapan Kanuni Sultan Süleyman'a ait. Yani Kanuni, İsviçre'de adaletin dört sembolünden biri olarak yaklaşık beş asırdır halkını selamlıyor. Bunu niye söyledim biliyor musunuz? Bizim ta Osmanlı'dan bu yana sahip olduğumuz adalet anlayışımız, bugün Avrupa'nın bazı ülkelerinde hâlâ örnek gösterilirken ülkemizdeki adalet anlayışının, adalet sisteminin geldiği noktaya bakın diye anlattım, on altı yılda Adalet ve Kalkınma Partisinin ülkemizi getirdiği adalet anlayışına bakın diye anlattım.

Siz iktidarınızda 5 şeyi meşrulaştırdınız: Düşman hukuku ve düşmana her şey mübahtır anlayışını meşrulaştırdınız, suçun şahsiliği ilkesine son verdiniz, koşul ne olursa olsun "bizden" ve "bizden olmayan" ayrımının tanımlanmasına gayret ettiniz, istismarın kurumsallaştığını itiraf ettiniz, taciz, tecavüz ve işkenceye, mafyaya hoşgörüyle bakan bir toplum hâline getirdiniz. Tek kelimeyle korkunç! Ama şu da bir gerçek ki bugün hukuku çiğneyenler de zamanı gelince mutlaka hukukla yüzleşeceklerdir, hukuka ihtiyaç duyacaklardır. İşte o zaman hukuk sistemini delik deşik etmenin ne kadar kötü olduğunu görecekler.

Ömer Hayyam'ın bir sözü var, diyor ki: "Adalet evrenin ruhudur." Ama önce o ruhun olması lazım. Sizde adalet de yok maalesef o ruh da yok. Siz adaleti sevmiyorsunuz, isminizde "adalet" var ama adaleti sevmiyorsunuz. Liyakati seviyorsunuz ama kendi yandaşlarınıza, yakınlarınıza olan liyakati seviyorsunuz.
Geçtiğimiz günlerde anlaştık, oturduk, konuştuk; büyükelçi, milletvekili, danışman yani bir aileden 4-5 fert birden bir yerde görev alabiliyor. TRT Genel Müdürünün soyadı Eren, Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığının başında bulunan arkadaşın soyadı da Eren. Bugün Kredi ve Yurtlar Kurumuna Sayın Cumhurbaşkanımızın teyzesinin oğlu atanmış.

Bunlar toplumda iyi karşılanıyor mu zannediyorsunuz? Kendi seçmenleriniz arasında değer görüyor mu zannediyorsunuz? Emin olun görmüyor. Size şu anda menfaatleri karşılığı ses çıkarmayanlar evlerine gidince bunları çok daha fazla eleştiriyorlar.

Yargıya müdahale ettiğiniz yetmiyormuş gibi yargı organlarına yaptığınız keyfî atamalarla da yargıçları baskı altına alıyorsunuz. En yakın örnek, Elâzığ hâkimliğine atanan Danıştay Başkanı Sayın Zerrin Güngör'ün kızı Gonca Hatinoğlu, bir Hâkim Savcılar Kurulu kararnamesiyle Yargıtay tetkik hâkimliğine atanıyor bir günde. Şimdi soruyorum, bu gibi atamalar yargıyı siyasi iktidarın arkabahçesi konumuna sokmak değil de ne?

KURAYLA ATANAN 1236 HAKİM VE SAVCI

Geçen yıl hem de sarayda kurayla atanan 1.236 hâkim ve savcıdan 113'ünün bir şekilde Adalet ve Kalkınma Partisiyle bağı çıktı. Olaya bakar mısınız? Bir hâkim ve savcıdan ya ilçe başkanı ya il başkanı ya kadın kollarında ya gençlik kollarında ya milletvekili adayı, yani yolu bir şekilde Adalet ve Kalkınma Partisinin içinden geçmiş. Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan geçmiş dönemde Adalet Bakanlığı yapan Sayın Mehmet Moğultay'ı seçim meydanlarında "Yargıda kadrolaştı." diye eleştirmişti ve doğru bir eleştiriydi bence ama kadere bakın ki her eleştirdiğinizi de siz yapar oldunuz. Aynı ambargo döneminde oluşan yağ, tüp kuyrukları üzerinden siyaset üretip milletimizi domates, biber kuyruğuna mecbur ettiğiniz gibi.

"İSTEDİĞİMİZE SINAV KAZANDIRIRIZ İSTEDİĞİMİZİ ELERİZ MANTIĞI"

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; getirdiğiniz düzenlemede hâkim ve savcı seçimi yapılırken sınav ve 70 baraj puanı uygulaması geri geliyor tekrar. Bu olumlu bir hadise. Fakat her işte yaptığınız gibi yine bir açık kapı bırakıyorsunuz. Bu açık kapının ismi de "mülakat"; yüzde 60 yazılı sınav, yüzde 40 mülakat getiriyorsunuz. Yani, "Biz istediğimize sınavı kazandırırız, istediğimizi eleriz." mantığıyla hareket ediyorsunuz. Yüzde 40 mülakatın olduğu bir elemede adil bir sınav sisteminden bahsetmek mümkün değildir.

FETÖ'NÜN İADESİ

Türk yargısı sayenizde dışarıya karşı da itibar kaybetti. Türkiye-Amerika ilişkilerinde krize neden olan Rahip Brunson serbest bırakıldı ve hemen Amerika'ya gitti örneğin. Yargıcın Rahip hakkındaki kararı da uluslararası alanda Türk yargısının unutulmayan davası olarak yerini aldı.

Fetulahçı Terör Örgütünün lideri Fetullah Gülen'i Amerika'nın iade etmesini isterken Cumhurbaşkanı Erdoğan "Ver papazı, al papazı." diyordu. Biz papazı verdik de ne aldık? Brunson'ın gitmesinden başka elimize geçen ne?

YARGININ İTİBARINI SIFIRLAYAN HADİSE

Sayın Cumhurbaşkanı "Bu fakir bu görevde olduğu sürece o teröristi alamazsın." diye Amerika'ya meydan okuyordu, Türk yargısının bağımsız olduğunu bütün dünyaya haykırıyordu. Gelin görün ki bağımsız yargımız birdenbire papazı suçsuz buluverdi. Papaz Brunson serbest kaldığı 12 Ekimden günler önce Amerika'da hazırlıklar yapıldı, duruşma başlamadan uçağı pist başına çekildi; papazı verdiniz, gitti. Papazı verdiniz de ne aldınız, kimi aldınız, hiç belli değil. Bu olay hukuk devletine, yargı bağımsızlığına leke düşüren bir olaydır. Delillerin toplanmasından davanın açılmasına, gizli tanıklar vasıtasıyla iddialar ortaya konulup bunların ifade değiştirmesine, bir büyük devlet başkanının da araya girmesiyle beraber hukuk devletine, yargı bağımsızlığına ters düşen, yargının itibarını sıfırlayan bir hadisedir bu.

Bu davadan alınacak ders şudur: Önce hukuk devleti olmanız lazım. Hukuk devleti için de yargı bağımsızlığı esas. Bunlar yoksa orada devlet yok demektir. Bir zamanlar insanlar davalar sırasında FETÖ'cü avukatlar arıyorlardı, kendi deyimleriyle "cemaate yakın" avukatlar arıyorlardı. Şu anda insanlar davalarında Adalet ve Kalkınma Partili avukat arıyorlar. Zira adalete inanmıyorlar, yargının vereceği kararın doğru olacağına inanmıyorlar; ancak partili bir avukatla adaletin tecelli edeceğine -adaletin tecelli edeceğini doğru söylemiyorum- kendi lehine edeceğine inanıyorlar. Bu, 220 volt cereyanda yağmurun altında o kabloyu tutmak gibi bir şey, emin olun. Bir kişiyi tuttuğu zaman bütün toplumu arka arkaya sürükler, bütün toplum o elektriğe kapılır ve zebil olur, ziyan olur. Umuyorum içinizde bunları düşünecek aklıselim insanlar hâlâ vardır. Yoksa, gerçekten öyle bir yere savruluyoruz ki kendi ailenizden dahi hukukun gadrine uğramışlara hukuk aramak zorunda kaldığınızda benim bu söylediklerimi daha iyi anlayacaksınız.

Demokrasi istiyorsak, her şeyden önce hukuk devleti ilkelerine uymamız lazım. Alman uyruklu Türk gazetecinin, Amerikalı rahibin Türk yargısını ne hâle düşürdüğünü hepimiz gördük. Eğer yargının bağımsız olmadığı yönünde algı varsa ne yaparsanız yapın, verilen her karar bu tür algılara maruz kalmaya açık kalacaktır. Casusluktan -örgütten- otuz beş yıl hapis cezası istenen rahip nasıl oldu da yirmi iki ay tutuklu kaldı, sonra tahliye edildi ve ardından serbest bırakıldı, işte, bunun cevabını hiçbir zaman veremeyeceksiniz.

Bu kanun görüşüldüğü sırada yıllardır sıkıntı yaşanan bazı konulardan da bahsetmek gerektiğini düşünüyorum. Başkentimizde adliye binalarının şehrin birbirinden uzak noktalarında konumlanması nedeniyle gün içinde bir avukatın bir mahkemeden diğer mahkemeye yetişmesi neredeyse oldukça zorlaşıyor. Aynı şey İstanbul için de geçerli, birisi Kartal'da, birisi Çağlayan'da, bir avukatın iki ayrı yerde duruşması varsa yolda iki saat, iki buçuk saate ihtiyacı var. Adalet Bakanlığı ise sürekli olarak adliyelerin birleştirileceğini, yer bakıldığını, gerekli çalışmaların yürütüldüğünü söylüyor. Ancak bakanlık birleştirme çalışmalarının ne zaman başlayacağını dahi söyleyemiyor, bu konuda gerekli adımın bir an önce atılmasını istiyoruz.

İdari yargıya günlük gelen dosya sayısı 1.862

Bu kanun teklifinde Yargıtayın iş yükünü azaltmak, bölge adliye mahkemelerinin daha etkin ve verimli çalışması da amaçlanmış. Ama bunu amaçlarken nasıl hareket edeceksiniz gerçekten merak ediyorum. Bakın, şimdi, size bazı rakamlar vereceğim -benden önce de bir arkadaşımız bazı rakamları sundu, benzerlikler de olabilir- ceza hukuk mahkemeleri ve idari yargı dosyalarına bir bakın, ceza muhakemelerine gelen günlük dosya sayısı 7.392, her gün ortalama 7.392 dosya geliyor ceza mahkemelerine. Günlük karara çıkan dosya sayısı kaç? 2.463 yani her gün yaklaşık 5 bin dosya birikmeye devam ediyor. Hukuk mahkemelerine günlük gelen dosya sayısı 5.372, karar verilen dosya sayısı 2.243, bir 5 bin de hukuk mahkemelerinden dosya birikmeye devam ediyor. İdari yargıya günlük gelen dosya sayısı 1.862, günlük karar verilen dosya sayısı 589.

HER EVDE İCRA VAR

Kocaeli'de, benim milletvekilliğini yaptığım Kocaeli'de durum nasıl biliyor musunuz? Kocaeli Adliyesinde ve Gebze, Gölcük, Karamürsel ve Körfez ilçelerindeki adliyelerde faaliyet gösteren icra dairelerindeki dosya sayısı 500 bini aşmış yani 2 milyon nüfuslu Kocaeli'de her 4 vatandaştan 1'i icralık. Artık icra giden eve kimse acıyarak bakmıyor çünkü onun da evinde bir icra var. Memleketin geldiği nokta bu. Artık dosyalar raflara sığmıyor, raflardan taşan dosyalar koridorlarda diziliyor yani koridorlarda dosyalardan heykelcilikler var, ciddi anlamda birikmiş dosyalar. Bir avukatsanız -Sayın Özlem Zengin daha iyi bilir- bir dosya aramaya kalktığınızda bir hafta on gün sadece dosya arayacaksınız.

BİBER, PATLICAN DOMATESLE UĞRAŞIYORSUNUZ

Ama siz neyle uğraşıyorsunuz, biliyor musunuz? Biber, patlıcan, domates; geldiğimiz nokta bu. Vallahi üzülüyorum ya yani ne hayallerle… Ben Avrupa Birliği Uyum Komisyonunda görev yaptım, ilk milletvekili olduğumda da çok heyecanlandım Avrupa Birliği hayalimiz var filan diye. Gittim bir iki toplantıya, üçüncü toplantıdan sonra bu işten bir şey olmayacağını anladım ama bu serüvenin soğan depolarında sayım yaparken biteceğini hiç aklıma getirmemiştim; maalesef öyle oldu. Evet "Adaletin safında yer alanlar daima hayırla, minnetle yâd edilirken zalimler, zulüm uygulayanlar lanetle, nefretle anılmaya devam edecekler." Bu sözü Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan söylemişti. Peki, Sayın Cumhurbaşkanı kendisini hangi safta görüyor bunu söyledikten sonra? Nasıl anılacağını, nasıl düşünüleceğini merak ediyor olmalı. Unutmayınız, adalet mülkün temelidir. Bu mülkü sadece gayrimenkul olarak alanlara söylüyorum. Mülk var oluş sebebidir. Bunun temeli de adalettir. Eğer oradan ayrılırsak var oluş sebebimiz de ortadan kalkıyor. Ben birkaç konuya daha değineceğim. Sayın Süleyman Soylu geçenlerde meydanlarda HDP milletvekilleri için "Ben onları milletvekili olarak kabul etmiyorum." demiş.

SİZ İKİ HDP'LİYİ BAKAN YAPTINIZ

Hayhay, başım üstüne. Yalnız, bakın, bir şey söyleyeceğim: 7 Haziranda 2 tane HDP Milletvekili Müslüm Doğan ve Ali Haydar Konca'yı bakan yaptı aynı iktidar. Yani "Milletvekilliğini kabul etmiyorum." dediğiniz, şu anda seçim meydanlarında seçim için haykırdığınız bu şeye, 2 tane milletvekilini de bakan yaptınız, Müslüm Doğan ve Ali Haydar Konca'yı.